Başlayıp da yarım bırakmışım bu yazıyı bitireyim de içimdeki İstanbul özlemini biraz hafifleteyim.
13 Haziran'da geldim İstanbul'a 6 Temmuz'da dönüyorum cehennem sıcaklarına, Adana'ya. Geldin geleli ne yaptın, derseniz. İlk yazımda da dediğim gibi yedim-içtim-sıçtım-gezdim.18 olsam daha mutlu olacaktım o başka tabii. Ama Taksim'de gecelere akmadım mı demek bu?
Aha tabi ki o anlama gelmiyor. Ben de o göz var mı? Zaten boy-pos gayet büyük gösteriyorum. Hıı kimlikten, yaştan kaybettiğim için giremiyorum gece kulüplerine. Ama yanımda iki tane yirmiyi geçkin insan -kuzenim ve nişanlısı- olunca kafa rahat.
Önce Cevahir'e gittik o gün. Çin yemeklerimizi yedik. Noodle ve aşırı kızartma yüklemesinden biraz şişmiş olsak da yanımıza anı olarak aldığımız yemek çubuklarıyla ayrıca onlarla yiyebilmiş olmanın verdiği mutlulukla atladık metroya. Gittik mi Taksim'e, İstiklal'e.
Gündüz de gittim oraya ama gece bir başka güzel. İnsanlar, hepsinin aklında başka düşünceler var. Kestaneciler, her yerden yükselen müzikler, yabancılar, ışıklar...
Bir yerlerden kulağıma Duman'dan bir parça geliyor. Çıkaramıyorum başta. Kuzenimin nişanlısı eşlik etmeye başlıyor. Sözler dökülüyor yavaş yavaş.
Denizleeer aştım geliyorum
İsteer eğleen benimlee
Yüzünü bi görsem yeteer
Yolumuz ayrıı biliyoruum
Ölmedeen son bir defaa
Belini kavrasaam yeteer
Hadi geel buluşalım
Eski köprünün altııında
Kimseeleer görmesin
Mehtabaa karşı uzanalıım
Eski köprünüün altıındaa
Kimseleer bilmesiin
Kimseleer duymasıın
Eski bir şarkı, 99 yılının ama biliyorum işte. Duman bu, bilmesem ayıp olurdu.
Müzik yapan başka insanlar da var. Yakışıklı bir öğrencinin elinde bir flüt, annem yaşında bir kadın gitar çalıyor ama tarzı çok iyi.
Etrafta plakçılar, tramvay rayları, eski evler... Buraya ait olduğumu hissediyorum. Bir yere ait olduğumu hissediyorum ve bu harika bir duygu.
Etrafımda kalabalık var ama yalnızım. İşta bu, istediğim bu.
Dolaşmaya devam ediyoruz dilimde hala Köprü Altı. Çok geçmeden küçük bir yere oturuyoruz. Açık havada, yolun kenarında küçük bir masa, yüksek tabureler. Yaşım tutmasa da burada içebiliyorum.
2 Mojito geliyor masaya bir de Martini Rosso. Martini benim için ama pek hoşuma gitmiyor tadı. Sarmadı. Mojitolardan biri de daha ağır, alkolü bol. Ne mükemmel bir içki. Martini'yi atıyorum bizimkilere, Mojitolardan birini içiyorum bitiriyorum.
Sonra tekilalar geliyo masaya. Tuzumuzu yalıyoruz, shot yapıyoruz, limonumuzu yiyoruz. İnsanlar geçiyor yanımdan, hava güzel.
Kalkıyoruz masadan, içkiler hafiften çarpmış. Eve gitmek istemiyorum ama otobüse doğru yola çıkıyoruz. Sallanıyorum, kahkaha atıyorum ama hiç de sarhoş gibi değilim. Her zamanki halim gibi sadece biraz daha abartıyorum.
Kuzenim, nişanlısı komik şeyler anlatıyor, benim yaşımda yaşadıklarını. Gitmek istemeyince de 'Üniversiteye gel barlarda uyursun.' diyor. Sonra da ekliyor 'Burada istediğini yapabilirsin, kimse sana dönüp bakmaz.'
Açıkçası onu umursamak yerine daha ritimli adımlar atıyorum. Müzik geliyor bir yerlerden, dans etmek istiyorum. Onun yerine çift katlı otobüslerden birine atlıyoruz. Üst kata, en öne oturuyoruz. Müzik istiyorum ama beni yerime oturtuyorlar.
Sonra kuzenim bana dönüyor.
'Burda olan burda kalacak. Annenler duymasın bak.'
Söyler miyim hiç? Annemler eve almaz bizi, şehre sokmazlar. Hayır, sıkı insanlar değiller ama reşit olmayınca tabii böyle şeylere çok olumlu bakmayabilirler.
Çok geçmeden otobüs hareket ediyor, çoğu kişi de uykuya dalıyor. Ama ben uyuyamam ki otobüste. Gecenin bir vakti İstanbul'u seyrettim. Ha-ri-ka.
Köprüden geçiyoruz. Kendimi boğazda boğup sonsuza kadar orada kalmak istiyorum. Köprünün ışıkları üzerimizde.
Ne kadar mükemmel bir manzara.
Birkaç sene daha sabredeceğim. Sonra kendimi boğazda boğmama gerek kalmadan orada olacağım. Orada, ışıkların altında.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder